Haruki Murakami, dünya ile birlikte Türk okuyucusunun da en sevdiği yazarların başında geliyor. Romanlarında anlatım dilinin oldukça basit olması okuyucuyu yormazken, aynı zamanda içeriğindeki duygu yoğunluğu kendinizi çabucak hikayeye kaptırmanıza ve sonunu görene kadar kitabı elinden düşürmemenize sebep oluyor.
Hacime, Japonya'da sıradan bir ailenin tek çocuğudur, ancak sıradan olmayan şey, o dönemde civarda pek de tek çocuklu ailenin bulunmayışıdır. Onunla aynı okulda okumaya başlayan, mahalleye yeni taşınan Şimamoto'nun önce topallayan bacağı dikkatini çeker, onun da tek çocuk olduğunu öğrenince ikisi arasında bir arkadaşlık başlar.
Arkadaşlıkları okul dışında devam eder, birlikte vakit geçirmekten, müzik dinlemekten, düşüncelerini paylaşmaktan keyif alırlar, hergün birbirleri ve hayat hakkında yeni şeyler keşfederler. Şimamoto adeta Hacime'ye yeni bir dünyanın kapılarını açar, her gün biraz daha şaşırtır, kendine bağlar. Ta ki farklı okullara gitmek için birbirlerinden ayrılmak zorunda kalana kadar.
Hacime, önceki okuluna nazaran daha sosyal bir yaşam sürmeye başlar, bir çok kızla ilişki kurar, kalp kırar, aslında tanıştığı her kızda farkında olsa da olmasa da Şimamoto'dan bir parça arar. Yıllar geçer, Hacime büyür, artık evlidir, aile babasıdır, oldukça iyi iş yapan jazz kulüpleri işletiyordur, varlıklıdır, ancak içinde hep tanımlayamadığı bir eksiklik vardır. Ve yağmurlu sakin bir akşamda Şimamoto, her zamanki güzelliğiyle, bilgeliğiyle ve tüm gizemiyle karşısına çıkar, Hacime'nin hayatını bir anda altüst eder.
İlk paragrafımda da dediğim gibi, basit anlatım dili, romanlarını bir oturuşta okuyup bitirmenize fırsat tanıdığı gibi, aynı zamanda yaşattığı duygular arada kafanızı kaldırıp sorgulamanıza fırsat tanıyacak kadar derin. Derdini anlatmanın veya iz bırakmanın ağdalı, uzun ve başa çıkılmaz cümlelerde saklı olduğunu düşünen bir çok yazar için Murakami'nin kalemi ders niteliğinde ele alınabilir.
Saygılar efendim.