Perşembe

RECÂİZÂDE MAHMUD EKREM * ARABA SEVDASI

"Araba Sevdası"nı ilk okuduğumda ortaokuldaydım. Detaylarını tamamen hatırlayamama rağmen (üzerinden aşağı yukarı 17 sene geçmiş), çok eğlenceli bir roman olduğunu, keyifle okuduğumu hatırlıyorum. Uzun yıllardır da arşivimde bulunsun maksadıyla kütüphanemde bulunduruyordum, az sayıda rafımı efektif kullanabilmek adına bütün kitapları indirip tür sırasına göre istiflerken rastlayınca tekrar okumak istedim.

1800lü yılların son çeyreğinde geçen olaylarıyla kitap, o dönemde üst düzey ailelere ve çocuklarına, hemen arkasından da memur kesime bulaşan Avrupa'ya, alafranga yaşam stiline özenme durumunu en iyi anlatanlardan biri.

Hatırlarsanız böyle tiplerden Çalıkuşu'nda da vardı, memnuniyetsiz Milli Eğitim Müdürü Avrupa'daki düzeni ve insanları Türklerle karşılaştırıp sürekli "Ah Evropa" nidaları atıyordu.

Neyse "Araba Sevdası"na dönelim. Bu kitapta da Paşa çocuğu Bihruz Bey, doğru dürüst bir eğitim görmemiş, şımarık, maymun iştahlı ama oldukça da saf bir delikanlı. Paşa babası ölünce annesiyle ikisine kalan mirası lüks giyime, arabalara, sosyetik partilere akıtmaya başladıkça hanlar hamamlar satılmaya başlar, ama Bihruz Bey saltanatından ödün vermeye kalkışmaz. Frenk adetlerine özenir, onlar gibi giyinir, Türkçe'yi kaba bir dil gördüğü için cümlelerini içine Fransızca kelimeler katmadan tamamlamaz. Alafrangalığını etrafa göstermek, ilgi çekmek için sadece Fransız gazeteleri ve romanları okur, sık sık zarif ve pahalı arabasıyla gezi yerlerini dolaşır. 

Bir gün Çamlıca'da dolaşırken, çok güzel bir kız görür (Periveş Hanım), onun da elit kesimden olduğunu düşünür, görür görmez aşık olur. Bakışlarından kızın da ona aşık olduğu hayaline kapılır, ona mektup yazar, ama cevap alamaz. Periveş'i bir daha göremeyince İstanbul'da arayışlarına başlar, tekrar görebilmek umuduyla park bahçe dolaşır. Bu arada yakın arkadaşlarından olan, bir diğer Avrupa özentisi, tek ayak üstünde kırk yalan söyleyebilen Keşfi Bey, Bihruz Bey'e kızın çoktan hastalanıp öldüğünü söyler. Bihruz Bey ise "kesin benim aşkımdan verem oldu da öldü kızcağız" diye bir düşünceye kapılarak, üzüntüsüne bir de vicdan azabını ekler. Tabi Periveş'in ne Bihruz Bey'den, ne Keşfi Bey'den haberi vardır, olaylardan tamamen bihaber kendi hayatını sürdürmektedir.

Anlatımın Fransızca kelimelerle donatılmış eski Türkçe olması yüzünden (normaldir, kitabın yazılış tarihi 1889), uzun süre okuduktan sonra kitabı kapatıp günlük konuşmalara geçerken arada saçma kelimeler ağzımdan dökülmedi diyemem. Ama çok da güzel oldu, meğer anlamını unuttuğum/bilmediğim ne kadar kelime varmış!

"Araba Sevdası"nı okumadıysanız mutlaka okuyun, kütüphanenizde bulunsun. Bir de yayınevlerine sesleniyorum, aynı bu kitapta yapıldığı gibi, kelimelerin anlamlarını kitabın sonuna değil, sayfa diplerine koyun, zira Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın "Dirilen İskelet"ini okurken ne çektiğimi bir ben biliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder