Cuma

ZÜLFÜ LİVANELİ * BİR KEDİ, BİR ADAM, BİR ÖLÜM

Livaneli'nin yazmaya 1974 yılında başladığı, 2001 yılında basılmış, yabancı yayınevlerince Almanca, İngilizce ve Fransızca'ya çevrilmiş, ancak Livaneli'nin içine sinmediği için düzeltmeler-değişiklikler yaparak tekrar okuyuculara sunduğu bir kitap "Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm". 

12 Mart sonrası yaşanan olaylar yüzünden Stockholm'e kaçan politik mültecilerden biri, Sami Baran'ın hikayesini anlatıyor Livaneli. Sağcılık solculuk derdi olmayan üniversiteli bir gençken çektiği ve tanık olduğu işkenceler yüzünden çözümü kaçmakta bulmuş, ancak psikolojisi oldukça zarar gördüğü için Stockholm'de bir hastaneye yerleştirilen Sami, hastanede tesadüfen Türkiye'den o dönemin  bakanıyla karşılaşır ve diğer mülteci arkadaşlarıyla birlikte intikam planları yapmaya başlar.

70'li yıllarda ve 80'lerin başında Türkiye'de yaşanan siyasi-askeri olayları yaşayanlarımız oldu, yaşayanlardan dinlediğimiz oldu. Annem, sınıf arkadaşlarının birer birer eksilmesini, evden her çıktığında "geri dönebilecek miyim?" korkusunu, bitmeyen silah seslerini, çareyi yurtdışına kaçmakta bulduğunu anlatmıştı canı acıya acıya.

Zülfü Livaneli yaşananlarla, yaşadıklarıyla kurguyu birleştirmeyi hep en güzel yapan yazarlardan biri oldu. "Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm" de Livaneli'nin diğer edebiyat harikaları gibi insanın kalbini sıkıştıran, çaresizliğe sokan, kendinizi kaptırarak okuyacağınız, gerçeklere tanık olacağınız romanlarından biri. Sami Baran'ın hikayesini bir yazardan bir de Sami'nin ağzından anlatması daha önce hiç rastlamadığım, çok yaratıcı olduğunu düşündüğüm bir stil. Kısacası tokat gibi bir kitap okumak istiyorum diyorsanız eliniz ilk bu romana gitsin, bana hak vereceksiniz.

Kitabın en sevdiğim paragraflarından bazılarını da paylaşmak istiyorum ama biliniz ki burdan sonrası spoiler içerir...

"...Çok hoş bir insandır annem. Arkadaşları gibi o da her olayı mutfak zamanlamasına göre anlatır: "Tam fasülyemi ayıklayıp soğanımı soymayı bitirmiştim, tencereye koyacaktım ki sokaktan bir gürültü geldiğini duydum" O sırada, iki kişinin ölümüyle biten bir trafik kazasından söz etmektedir ama sizin bunu anlamanız biraz zaman alır. "Sabah kalktım. Geceden ıslattığım barbunyayı süzeyim de kara suyu çıksın, diye mutfağa gidiyordum ki tam o sırada askerler koşarak bizim sokağa daldı" Annemin arkadaşları da böyle konuşur. Eminim insanoğlunun aya ilk olarak ayak bastığı saniyeyi bile tencerede soğan öldürmeyle birleştirerek anlatır bunlar. Ve yaptıkları yemekten birinci tekil kişi mülkiyetiyle söz açarlar: etim, fasülyem, barbunyam, soğanım, pırasam, kıymam, böreğim..."

"Kimin komünist olup olmadığını biz biliriz. Bak bu kız da komünist." Clara'yı gösteriyordu.
"Sizler hasta birer hayvansınız!" dedim.
"Vatanı size böldürtmedik, Sovyet peyki yapmanıza izin vermedik diye değil mi?" dedi. Sonra ekledi: "Siz bu vatanı hiçbir zaman sevmediniz!"
"Biz sizi sevmedik!" dedim. "Siz kendinizi vatan yerine koydunuz, biz de sizi sevmedik."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder